Altınoluk Dergisi | 15. SAYI | 1987 Mayıs
Ebü Hüreyre (r.a.)’dan Rasülullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur.
“Miskin, halkın kendisine bir iki hurma, bir iki lokma verdiği şu kimseler değildir. Hakiki miskin, kendisini geçindirecek nafakası olmadığı halde halka el açıp istemekten çekinen şu iffet sahipleridir, isterseniz okuyunuz.”
Ebu Hüreyre “İsterseniz okuyunuz” sözüyle:
“Ey müminler sadakalarınızı çok fakirlere tahsis ediniz ki onlar nefislerini Allah yolunda cihada ve gazaya vakfetmişlerdir. Onlar yeryüzünde şuraya buraya gitmeye muktedir olamazlar. Bunların halini bilmeyenler onları zengin sanırlar. Habibim,sen bu fakirleri simalarından bilirsin. Bunlar halktan ilhah ve ısrar ile istemezler. Ey müminler! Bu fakirlere sadakadan ne verirseniz muhakkak Cenab-ı Allah o verdiğiniz sadakayı iyi bilir.” (1) kavli şerifini kasdeylemiştir.
Bu ayet-i kerime ashab-ı suffe hakkında nazil olmuştur. Suffe, sofa dediğimiz yüksekçe seki demektir. Mescid-i saadete bitişik bu sofanın üstü örtülü olup etrafı açıktı. Burada kimsesiz fakir muhacirler otururdu. Dörtyüz kişilik kadrosu vardı. Çıkanların yerine yenileri alınırdı. Bunlara ikametgahlarına nisbetle “Ashab-ı suffe ” denilmiştir. Cihad ile, Kur’an öğrenmekle, Rasülullah (s.a.)’ın mev’ızalarını dinlemekle meşgul olan bu feragatli mübarek zümrenin maişetleri ashab-ı gınanın sadakalarıyla temin olunurdu.
İbn-i Abbas -radıyallahu anh-dan rivayet ediliyor: Allah Rasülü -sallallahu aleyhi vesellem- bir gün Ashab-ı suffe’nin yanında oturdu, onların fakirlik ve perişanlıklarım gördü de, gönüllerini şöyle aldı:
– Ey Ashab-ı suffe! Size müjdeler olsun, sevinin, ümmetimden kim, sizin bulunduğunuz halde, durumuna razı olarak, Allah’a mülaki olursa o, benim refiklerim (dostlarım) dendir.
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-‘den rivayet ediliyor.
– “Allah -celle celalühu- şüphesiz haya eden, halîm, iffetli kimseleri sever. Edebsiz, hayasız ve ısrarla isteyenleri de sevmez.”
“Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin.” buyurulmuştur.
Bu zekat vecîbe-i emr-i celîli, sadr-ı İslam’dan bu ana kadar ümmet-i Muhammedin temiz vicdanında yaşayan bir emr-i dînîdir.
Zekat emrinin ahlak üzerinde de güzel bir te’siri vardır. Bahil ve mümsik olan kimselere mecburî bir emir olmayıp da ihtiyarî olsaydı, ferdî ve içtimaî yardım ve ihsan hususunda pek ağır davranarak belki de nesayih ve teşvîkat-ı lazimede bulunulsa da onun da tesiri haiz olmazdı. Fakat zekatın cebrî emr-i ilahî ile fariza kılınması bahili de ifay-ı vazifeye davetle, yardım ve ihsana alıştırmağa bir vesile de teşkil etmektedir. Keza zekatın bir hassası da; servet sahiblerinin nail oldukları nî’met-i ilahiyeye karşı eday-ı şükür ve mahmedetine de bir vesiledir. Gerek zekat ve gerekse sadakanın pek çok fezaili vardır. Akil olan kimsenin kalbinde zekat ve sadaka vermeye daima meyil olması lazımdır.
Akil olana yakışan da sadakaya rağbet ve meyil göstermektir. Zira sadakada mal; temizleme ve malın çoğalması ile nimeti verene bir şükran, rızıkta bolluk, ömürde, bereket, sıla-i rahme teşvik, şeytana kahr Allah’ın rızasına meleklerin ve insanların muhabbetine nailiyet, müminin kalbine sürürun dolması, nefsinden maraz ve illetlerin, malından ve evladından afat ve beliyyatın defi dost kazanma bedenin günahlardan temizlenmesi gibi hassalar vardır. Nitekim ayette
Onların mallarından bir zekat al ki, onunla kendilerini temize çıkarmış, mallarına bereket vermiş olasın…
Hadis-i şerifte de.
” Zekatınızı vermekle malınızı muhafaza, fukaraya tasadduk île hastalarınızı tedavî, dua ve tazarru’ île bela ve mesaibi reddediniz.” buyurulmuştur.