Üstaz hazretlerinin sehâvetleri, lisana gelmez, kalem ile tarif edilemezdi. Bizim yazabildiğimiz deryadan katre mesabesinde bile değildir.
Geçimlerinin en dar olduğu bir zamanda idi. Adana’da hizmet gördükleri, muhasebeciliğini yaptıkları müessese sahibi, aylık istihkak bedelini bir zarf içinde kendilerine takdim etmişlerdi. Bu sırada bir fakir gelip Allah rızası için sadaka istediklerinde, mâzîsi temiz, hali temiz, istikbali temiz olan bu yüksek ruhlu zatın o zarfı olduğu gibi sâile verdiğini aynı şahıs hayretler içinde görüyor.
Gerek hac yolculukları. gerek diğer zamanlarda bir fakir, kendilerinden aynı gün içinde üç-beş kere yardım istediklerinde kat’iyyen geri çevirmezler, güler yüz ile ihtiyaçlarını ziyadesiyle verirlerdi.
Hatta bir gün yolculukları esnasında Ürgüb’de bir kişi otomobillerini çevirerek sigara parası istemişti. Bazı yol arkadaşlarının muhalefetlerine rağmen “mademki istiyor, vermek lâzım” demişler, isteyenin dileğini yerine getirmişlerdi. Buna memnun olan fakir, niyetini değiştirip” şimdi gidip bununla ekmek alacağım” diyerek sevinçle oradan uzaklaşmıştı.
Maddi yardımda bulundukları bir fakirin bu paralarla lüks lokantalarda pahalı yemekler yediği şikâyetinde bulunulmuştu. Buna da cevaben buyurmuşlardı ki:
“Demek ki masrafı ziyade, leziz yemekler yemeğe alışmış, az vermek olmaz, verdiğimizi çoğaltmalıyız” diyerek verilen miktarı ziyadeleştirmişti.
Vermek, vermek gene vermek… Kendilerine hediye edilen en kıymetli halı, seccade, teşbih, kalem, kumaş ve emsali en nadide paha biçilmez eşyayı günü gününe ehlini bulup vermek en büyük zevklerinden birini teşkil ederdi. Hülâsa güneş gibi, ummanlar gibi, sehavet ve merhamet merkezi idi. Bir kişi kendilerine müracaat etsin de, eli boş dönsün imkânsızdı. Ceblerinden ellerine geçen meblağ ne kadar büyük miktarda olursa olsun, tereddüt etmeden verirlerdi. Sanki Hak Celle ve âlâ hazretleri gizli hazinesinin anahtarlarını kendisine teslim etmişti. Simya ilmine de ma’nen vukufiyetleri vardı. Fakat kendileri buna zerre kadar itibar etmezlerdi. Bunu en yakınları dahi bilmezlerdi.
Devlethanelerinde çok miktarda çeşitli yemekler pişer, kendileri azın azı, gayet az yerler, büyük kısım misafirlere ikram edilir, bakıyyesi de komşu evlerine gönderilirdi.
Muhterem Üstaz, herhangi bir kederin izalesi için kendilerinden dua isteyenlere, sadaka vermeleri tavsiyesinde bulunur, şüphesiz ayrıca kendileri de dua ederlerdi.
Sadaka’nın âdabı:
Büyük miktar meblağ (herkesin mali vaziyetine göre) bir zarf içine konularak, mümkün olduğu kadar tenha bir yerde, verecek şahsın verilen kimsenin yanına gidip,” lütfen şu emaneti kabul buyurunuz” diye büyük bir alçak gönüllülük, nezaket ve güler yüzlülükle muhatabına tevdi edilmelidir.
Veren, verilenden daha ziyade minnetdar olmalıdır. Zira, fukara ve zuafanın bulunması sadaka sahibi için büyük bir nimettir.
Sadakayı da mümkün olduğu kadar ehline, hakiki ihtiyaç sahiplerini arayıp; vermek gerektir. Sokakta dilenmeği meslek edinenlere hiç vermemektense az bir miktar ile geçiştirmek daha evladır. Yani hiç vermemeğe vermeği tercih etmelidir. Tamamen terkedilirse nefis bundan haz alır ve insanı cimriliğe meylettirir.
İnsanoğlu hakiki iktisad yollarını benimser. nefsinde tatbik ederse hem maddi darlığa düşmez, hem de sadaka verme durumunu kazanır. İsraf nice zengin ve fakir evlerini istila etmiştir. Halbuki Kur’ân-ı Mübin’in müteaddid âyetlerinde “Allah müsrifleri sevmez” buna mukabil “Muhsinleri sever” buyurulmaktadır. Bir kulu Halik zü’l-celâl hazretlerinin sevmesi en büyük beşaret, sevmemesi ise ne büyük hüsrandır.
Evvelce en dar gelirliler bile, paralarını ölçülü sarfettikleri için sadaka verirler, bunu islâmî ve insanî bir vazife bilirlerdi. Yaptıkları bu yardımların gölgesinde huzurlu bir hayat sürerlerdi. Hülasa israf bir çok aile yuvalarını yıkmıştır ve yıkmaktadır.
Muhterem Üstaz hazretleri, bir çok yolculuklarında, otomobil ile seyahatleri esnasında bir fakir gördüklerinde “durunuz” buyururlardı. Fren tesirini gösterinceye kadar bazan yüz yüzelli metre uzaklaşılmış olurdu. Arabanın geri geri alınmasına da razı olmazlar, arabadan inerler, o mesafeyi yürürler ve büyük bir şevk içinde ellerinde hazır bulundurdukları parayı ihtiyaç sahibine güler bir yüzle verirler ve büyük bir sürür içinde arabaya dönerlerdi. Bu gibi hareketlerin günde bir kaç kere tekerrür ettiği olurdu. Şevk ve şetaretle yapılan kulluk vazifesi ne kadar büyük ve şereflidir.
Muhterem Üstazın, muhterem üstazları bu pek kıymetli evlâdı için Cenâb-ı Hak ve tekaddes hazretlerine şöyle niyazda bulunmuştur.
“Cenâb-ı Halik ve Kadir-i Mutlak celle celalüh hazretlerinden istirham ederim; şeriatı mutahhara ve tarikat-ı münevvere’nin icray-ı ahkâmında şevk ve şetaretini bir kat daha tezyid ve ol veçhile bir takım rical-i muvahhidini kal ve hâlinden müstefid buyursun… amin.”
Halik Teâlâ ve tekaddes hazretleri Kur’ân-ı mübinde buyuruyorlar:
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ ﴾92﴿
“Siz sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda sarfetmedikçe asla iyiliğe ermiş olmazsmız. Allah yolunda her ne harcarsamz, şüphesiz Allah onu bilir” (Al-i İmran, 92)
Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur:
“Muhakkak ki kişi yetmiş şeytanın sakalını koparmadıkça sadaka vermeğe muktedir olamaz “
Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor: (Aişe Sıddıka radıyallahu anhadan)
“Cömertlik öyle bir ağaçtır ki, kökü cennettedir. Dalları da dünyaya yayılmıştır. Kim ki o ağacın bir dalına tutunursa bu dal onu cennete götürür…
Cimrilikte öyle bir ağaçtır ki, kökü cehennemdedir, dallan da dünyaya yayılmıştır. Kim ki onun dallarından birine tutunursa bu dal onu cehenneme sürükler…”
Allah Teâlâ hazretleri buyuruyor:
اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَاْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَاۤءِ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًا وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴾268﴿
“Şeytan sizi fakir düşersiniz diye korkutur. Size cimri olmanızı söyler. Allah ise nafaka hususunda size bir mağfiret ve bolluk va’deder. Allah ihsanı geniş ve her şeyi hakkıyla bilicidir.” (Bakara, 268)
Hâlık Teâlâ Hazretleri buyuruyor:
وَيُؤْثِرُونَ عَلٰىۤ اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُوۨلٰۤئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴾9﴿
“Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarından üstün tutarlar. Kim ki, canının mala olan hırsından ve cimriliğinden korunursa işte muradlarına erenler onların ta kendileridir.” (Haşr, 9)
Allah Teâlâ Hazretleri buyuruyor:
يَاۤ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوۤا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّاۤ اَخْرَجْنَا لَـكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّاۤ اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِ وَاعْلَمُوۤا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴾267﴿
“Ey iman edenler: Kazancınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan verin. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek adî ve bayağı şeyleri vermeğe kalkışmayın. Şurasını iyice bilin ki, Allah herşeyden müstağnidir. Asıl hamde lâyık olan O’dur.” (Bakara, 267)
Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyorlar:
– Mal, mülk. servet toplayanlar mahvoldu. Ancak bu mal, mülk ve servetini şöyle yapanlar (mal, mülk ve servetinin zekât ve sadakasını verenler, onu müslümanlarm ve mahlûkatın hayrı uğrunda sarfedenler) mahvolmadı.”
Fahr-i kâinat Efendimiz buyuruyorlar:
– Sadakanın en faziletlisi, faideli ilim öğrenip, onu başkalarına öğretmektir.
Fahr-i kâinat Efendimiz buyurur:
– Cenâb-ı Hak kerimdir, kerem sahiplerini ve âlicenab kimseleri de sever.”
Gene buyuruyorlar:
– Cennet cömertlerin hanesidir.
Gene buyuruyorlar:
– Seha, (cömertlik) Allah’ın azim sıfatlarındandır. Gene buyuruyorlar:
– Cûd ve sehâ ile sıfatlanınız ki, Cenâb-ı Allah hakkınızda cömertlikle muamele etsin.
Muhterem Üstaz hazretlerinin sehavete ait anlattıkları menâkıb, pek çoktur. Biz yalnız hatırımızda kalan iki tanesinden bahsedeceğiz. Şöyle ki:
Hak celle ve tekaddes hazretleri vahy yoluyla İsa aleyhiselâma buyuruyor: ”Filân kuluma git, yarı ömrüne zenginlik verdim. yarı ömrüne de fakirlik. Hangisini evvele alırsa, ona göre imrâr-ı hayat eder.” İsa aleyhissalâm vaziyyeti tebliğ edince. adamcağız cevaben “ben ailemle bu hususu istişare edeyim de, ondan sonra cevab vereyim” diyor. Evine geliyor, arife olan hanımına diyor ki:
– Hanım şöyle bir teklifle karşılaştım, bana kalırsa evvel fakirliği isteyelim sonra da zenginliği, çünkü ahir ömrümüzde fakirlik zor olur.
Ma’neviyatı kuvvetli olan ailesi ise diyor ki:
– Hayır, evvela zenginliği isteyeceğiz, şu şartla ki, yediğimizden yedireceğiz, giydiğimizden giydireceğiz.
Netice zenginliği istiyorlar. uzun bir ömür yaşamalarına rağmen -yediklerinden yedirdikleri, giydiklerinden giydirdikleri için- zenginliklerinin zevali olmuyor, refah ve huzur içinde ahirete intikal ediyorlar.
`
Kıtlık bir zamanda hasisliği ile meşhur olan bir adam varmış. Ailesine ve kızına kimseye kafi surette yiyecek vermemelerini tenbih ediyor. Bir gün evinden çıkıyor. Dönüşünde bir fakirin elinde bir çörek görüyor ve hemen soruyor: Sana bu çöreği kim verdi? O da: “Şu evin kızı verdi” cevabını verince herif büyük bir öfke ile geliyor, masum kızcağızın sağ elini bileğine kadar kesiyor.
Hayli zaman sonra, kızcağız gayet hesna (güzel) imiş, hayli varlıklı aileler kendisine talib oluyorlar. Netice zengin bir gençle evleniyorlar. Bu sırada kızın babası da yokluk ve fakirlik içinde ölüyor. Ertesi sabah, sabah kahvaltısında kızcağız mecburen yemeğini sol eliyle yiyor. Bu hali gören kocası sağ eliyle yemesini tenbih ediyorsa da mecburen kızcağız sol eliyle yemeğe devam ediyor. Kocası “zaten fakirler görgüsüz olur” diye hakarette bulununca, kızcağıza hitaben hatiften bir ses geliyor: ” uzat sağ elini…” kızcağız sağ elini uzatınca, kesilmiş olan elinin noksansız hale geldiğini görüyor ve yemeklerini sağ eliyle yemeğe başlıyor.
Rabbımız zü’l-celâl ve’l-kemal hazretlerinin kulları üzerindeki merhametini teemmül edelim…
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyorlar:
– “Acıyanlara Rahman olan Allah merhamet eder. Yeryüzünde olanlara acıyınız ki, gökyüzünde olanlar da size merhamet etsinler.”
Kaynak: Sâdık DÂNÂ, Erkam yayınları, Sultanü’l-Ârifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu