Altınoluk Dergisi | 2. SAYI | 1986 Nisan
Mi’râc ismi, yükseğe çıkmak ma’nâsına olan oruç’dan alınmıştır. Merdiven demektir.
Mi’râc vakası, zaman ve zemin kayıtlarından, hâriç, mülk ve melekûta dair birçok hikmet ve esrar ile dolu, muazzam bir mucizedir.
Hicret-i nebeviyyeden 1 sene 8 ay evvel vuku bulmuştur. Ve ruh maal-cesed (hem ruh, hem cesed) vâki olmuştur. Gerçi havsala-i akliyesi mahdûd ve zayıf olan bazı kimselerden mi’râc-ı nebevî’nin rûhen yahut rü’yâ ile olduğu kanaatinde olanlar bulunmuş ise de hem zayıf hem de çürük bir kavildir.
Mi’râcı, Resûlullah -Sallallahu aleyhi ve sellem- sabahleyin ashabına haber verince, müşrikler tekzîbe kalkışarak birbirlerine koşuşmuşlar ve yeni müslüman olmuş, daha imanı kuvvet bulmamış bazı kimselerin tereddüt ve inkârına sebep olmuşlardı. Eğer rü’yâ ile olmuş olsa idi hiçbir kimsenin itirazına hedef olmazdı. Çünkü rü’yâda havsala-i beşerin kabul edemeyeceği ahval-i garîbe görülebilir. İşte mi’râc-ı nebevî ruh maa’l-cesed (hem ceset hem ruh) olması muhakkaktır ki, müşriklerin akılları da hayrete düştüğünden, Ebû Bekir -radıyallahu anh-ın yanına gelmişler “Gördün mü arkadaşın ne söylüyor?” demişler, Hazret-i Ebû Bekir de “Bundan daha ziyadesini söylese Resûlullah’ı yine tasdik ederim” demesi üzerine Sıddîk unvanına mazhar olmuştu.
Kadir-i mutlak olan Halik-i Teala ve tekaddes hazretlerinin Habibini cismen a’lâyı illiyyîne urûc ettirmesi yed-i kudretindedir.
NİÇİN GECE?
Mi’râc gecesi, Sallallahu aleyhi ve Sellem Efendimiz hakkında efdal gecedir. Ümmeti hakkında ise efdal olan gece Kadir Gece’sidir.
Mi’râcın gece olmasındaki hikmet hakkında, Mevâhib-i Ledünniye’de şöyle bir kayıt vardır:
“Mi’râcın gece olması gaybe iman cihetinden mü’minlerin tasdîk ederek imanlarının tezyidine vesile olacağı gibi, kâfir ve münkirin de küfrünün ziyadesine sebep olmuştur. Eğer mi’râc gündüz olmuş olsaydı gaybe iman eden mü’minler, nâil olacakları fazîleti fevt etmiş olacaklardı. Ve münkirlere vaki olan fitne ve imtihan husule gelmemiş olacaktı.
ŞAKK-I SADR:
Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretleri mi’râc gecesi esrarından ashaba haber verip buyurmuştur ki:
-“Ben (Kâ’bede) hatîmde yatmakta iken Hazret-i Cebrâil geldi, göğsümü şuradan şuraya boğaz çukurundan kıl bittiği yere kadar yardı. Kalbimi çıkardı. Sonra içi iman ile dolu altın bir leğen (veya tas) getirildi. Kalbim zemzem suyu ile yıkandıktan sonra içi iman ve hikmet dolduruldu. Sonra eski haline iade olundu.”
Şakk-ı Sadır (Göksün yarılıp iman ve hikmetle doldurulması)nın hikmeti, urûca (mi’râca) istidâd hasıl olmasıdır. Bir de denilmiştir ki, Hak Sübhanehü ve teâlâ hazretlerine kemal-i itimad ile mehalik (tehlikelerden korkmaz hale gelmek. O’nun için Resûlullah nâsın en seçii idi. Gazalarda ve harblerde ashaba havf ve haşyet (korku) gelip dağıldığı zamanlardaki Huneyn gazasında olduğu gibi bineği üzerinde olduğu halde bineğini ileri sürer; ashab da “Ya Resulullah neylersin?” diye tutarlardı. Vech-i Mübareklerine asla korku gelmezdi.
Şakk-ı sadr-ı nebevî, zahirî olarak vakî olmuştur. Bu hususta biz mü’minler bunun zahirî olarak vuku bulduğunu kabul etmekliğimiz vacibdir. Yoksa fikrimizi teşvişe uğratıp da başka bir ma’naya hamletmemekliğimiz lazımdır.
MÛCİZELERİN EN BÜYÜĞÜ
Bu mi’râc-ı nebevî, mucizat-ı nebevinin en büyüğüdür. Bu uruç safhası tabîat ve adet haricinde i’-cazkar bir takım esrar-ı ilahiyyeyi tecellî ettirir. Bu mübarek mi’râc gecesinde maddî kanunları durduran zaman ve mekan gibi mesafe ve mikyas mefhumlarım kaldıran, samianın, basıranın (kulağın, gözün) ve aklın şartlarını dışarı atan O Halik, Fatır, Kayyum, Muktedir olan zü’l-celal ve’l-cemal teala ve tekaddes hazretleri, Habibine; ubûdiyyet makamına bihakkın mazhar olan abd-i ehassı (en has kulu)na mülk ü melekutundan arştan ferşe kadar bütün ukbayı ve cennet ve cehennemi seyran ettirmiştir. 1
1. Müellif-i merhumun Musahabe-3 adlı eserinden özet olarak iktibas edilmiştir.