Muhterem Üstaz kuddise sirruh 1953 senesinde, İstanbul’a teşrif ettiklerinde, Tahtakal’a semtinde bulunan, kendisini sevenlerden, bir müessese sahibi, kendilerine defterlerinin muhasebeciliğini yapması için recâ ediyorlar.
Muhterem Üstaz kuddise sirruh hemen kabul etmemiş, evvelâ defterlerini tetkik etmişlerdir. Alış verişleri nasıl? Meşru mu? Yoksa karışık mı? Faizle alâkası var mı? İhtikârı ve bazı yolsuz hareketleri var mı? Bu hususları iyice tetkik ve tesbit etdikten sonra, müessese sahibini yapılması gerekenleri, yerine getirmesi için ikaz etmişlerdir. Tam arzuları, istekleri tahakkuk ettikten sonra, muhasebecilik vazifesini deruhde etmişlerdi.
Muhterem Üstaz kuddise sirruh’un kendilerinden nasihat ve öğüd almak için ziyaretlerine gelenlere ilk sualleri, mesleklerini ve helâl haram hususuna dikkatli olup olmadıklarını sormak olurdu, daha sonra başka bilgiler alırlardı.
Bu bilgileri aldıktan sonra, muhatablarına gerekli nasihatları yaparlardı.
Helâl kazanç, dinimizin ve dürüst olmanın temeli olmuş oluyor. Bir kimsenin temiz, ihlâs sahibi, istikamet ehli olduğunu anlamak ister isek, onun kazancının, alın teri ile, helâl olup olmadığına dikkatli oluruz. Bir adamı Hazreti Ömer radıyallahu anh’a övüyorlardı. Hazreti Ömer radıyallahu anh hazretleri sordu:
– Onunla alış veriş ettiniz mi? Komşuluk, yahudyolculuk yapdmız mı? sualine “Hayır” cevabını aldıklarında
– Demek sizin o adam hakkında bilginiz yok, buyurmuşlardır.
Bütün Peygamberân-ı izam, sahabe-i kiram, kibar-ı ehlullah hazerâtı hep helâl lokma ile gıdalanmışlar, helâlden gayrısmdan kaçınmışlardır,
Bir insanın, müttakî olduğunu, yaptığı nafile ibadetlerle değil, muamelâtının temiz, kazancının helâl olub olmadığından anlarız.
Muhterem Üstaz hazretleri, “istikamet farz-ı daim”
buyururlardı. Diğer ibadetlerin muayyen zamanları olur. Fakat istikametten bir an ayrılmdı mı, insan hem dinini, hem ihlâs üzere işlediği amellerini, hem iz’ânını, hem de irfanını kaybeder. Allahü teâlâ muhafaza eylesin! Hüsrana uğrayanlardan olur.
Ali bin Şihab kuddise sirruh der ki:
– Duyduğuma göre helâl yoldan alınan gıda ile gelişenbedeni kat’iyyen toprak eritmez… çürütmez… yemez…
Oğlu diyor ki:
– Babamın bu sözüne beldesinde bulunan bazı fakihler itiraz etdiler.
Dediler ki:
– Bu durum peygamberlere ve şehitlere has bir şeydir.
Babam vefat etdi. Aradan tam yirmi bir sene geçti. Babamın:
“Duyduğuma göre: Helâl yoldan alman gıda ile gelişen bir bedeni kat’iyyen toprak, eritmez… çürütmez… yemez…” sözü dillere düştü… yine itirazlar başladı. Gerçeği anlamak ve anlatmak babında, çareyi babamın kabrini açmakta buldular.
Açıp bakdıkları zaman: İlk gün koydukları gibi buldular… ve Lahdi yapan mezarcı, o itirazcı fakihlere adam yolladı, çağırtdı.
– Durumu gözlerinizle görünüz… dedi.
Gördüler, inandılar…
Allah’dan bağış talebinde bulunup tevbe etdiler.
Kaynak: Sâdık DÂNÂ, Erkam yayınları, Sultanü’l-Ârifîn eş-Şeyh Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu